Merhabalar kanalıma hoşgeldiniz.
Ben MEK.
Burası KÜPELİ KANAL
Videoya başlamadan önce aşağıdan kanalıma abone olun, like atın, yorum atın, videomu paylaşın, dostlarınıza gönderin, beni önerin.
Yani beni destekleyin.
Bugünkü videomuz dolu dolu olacak.
Birbirinden ilginç mevzular konuşacağız.
Hepsi birbirinden ilginç olacak.
İsterseniz şimdi başlayalım.
Dünyanın en büyük bankalarından J.P. MORGAN.
Amerika'da.
Bu banka paranın firavunları Rothschild'ler ve Rockefeller'lara ait.
Bu bankanın da bir CEO su var. Jamie Dimon.
Bu CEO ilginç bir mail alır. Bu mailde bir kızdan gelir.
O mali gönderen genç bir kızdır. 'Çok güzelim, tarzım iyi, kaliteli şeyleri severim.
Diye mail atan genç kıza ait mesajların satırları şöyle devam eder:
Çok şey istemiyorum şekerim, sizin çevrenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla geliri olan biri var mı?
Hepiniz evli misiniz? Bu konuları merak ediyor ve size soruyorum.
Sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek?
Bunu size alçak gönüllülükle soruyorum. Zengin bekarlar nerede takılır?
Hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım?
Kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz?
Benim hedefim evlenmek. Zengin bir adamla evlenmek için ne yapmam gerek?
Dünyanın en büyük bankalarından J.P. MORGAN'ı yöneten CEO Jamie Dimon kıza
cevap verir ve der ki : Yazınızı ilgili okudum. Yıllık gelirim 500 bin doların üstünde.
Kriterlerinize uyuyor. Ancak bir iş adamı gözüyle sizinle evlenmek kötü fikir.
Yapmaya çalıştığınız şey güzellikle para ikilisini takas etmek.
A kişisi güzelliği sağlar, B kişisi de bunun için ödeme yapar. Gayet adil.
Fakat burada ölümcül bir problem var.
Sizin güzelliğiniz ileride kaybolacak ama benim param bir sebep olmadığı sürece tükenmeyecek.
Benim gelirim yıldan yıla artarken, siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz.
Bu sebeple ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken, siz katlanarak
değer kaybeden bir varlık olacaksınız.
Eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak.
Son olarak kapitalist bir kafayla cevap veren CEO Jamie Dimon sonucu şöyle bağlıyor:
yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil. Sizinle yalnızca çıkarız, ama evlenmeyiz
Bir profesör, elinde plastik bir kutu ve o kutunun içinde bir fare ile sınıfa giriyor.
Ve o kutuyu masanın altına yerleştiriyor.
Öğrencilere diyor ki: sakın ben yokken bu kutunun kapağını açmayın.
Eğer açan olursa onun sınıfta bırakacağım.
Tabi öğrenciler korkuyor kapağı açmıyor.
Profesörün 3 gün sonra bu sınıfa dersi var.
Profesör sınıfa geliyor, masanın altından kutuyu çıkarıyor ve bakmış ki fare ölü.
Kapağı açıp fareyi çöpe atıyor ve plastik kutuyu masanın üstüne koyuyor ve öğrencilere soruyor ki: bu fare neden öldü?
Öğrencilerin kimisi diyor gıdasızlıktan, kimisi diyor susuzluktan,
kimisi diyor havasızlıktan, kimisi diyor stres yaptı falan filan.
Profesör hepsini tek tek dinliyor ve en son diyor ki: bu farenin ölmesinin iki nedeni var.
Birincisi kararsızlık. İkincisi korkaklık.
Evet ilki kararsızlık. Eğer kutuya biraz daha yaklaşırsanız görebilirsiniz.
Fare kurtulabilmek için kutunun her yerini dişlemiş.
Eğer fare enerjisini bir noktaya sarf etseydi, oraya bir delik açabilir ve kutudan kurtulabilirdi.
2. nedeni korkaklık. Sizin korkaklığınız.
Hepiniz kendinizi düşündünüz. Hiçbiriniz gelip fareyi kurtarmadınız.
Eğer biriniz kapağı açsaydı, fareyi çıkardınız diye sizi de sınıfta bırakmayacaktım.
Birgün bir adam hamama gidiyor.
Hamamın içine giriyor, taşın üzerine yatıyor ve tam yıkanmaya başladığı sırada
birden kapılar açılıyor paldır küldür muhafızlar giriyor, burayı boşaltın,
burası kralın yeri siz yan tarafa geçin diyor.
Herkes yan tarafa geçiyor. Kral geliyor yerine yatıyor.
Üzümünden yiyor, armudundan, elmasından yiyor ve muhafızlara çıkın diyor.
O sırada kral gelmeden önce orda yatan adam görüyor ki, kral ona tıpatıp benziyor.
O da diyor kralı ben öldürsem, muhafızlara da çaktırmasam yerine geçsem çok güzel bir hayatım olur kral olurum diyor.
Sonra muhafızlara çaktırmadan bu içeri giriyor kralı öldürüyor sonra sürükleyerek
kendi tarafına bırakıyor Kendi de gidip kralın yerine yatıyor.
Biraz yattıktan sonra muhafızlar toplanın gidiyoruz diyor.
Güzelce üstünü giydiriyorlar ve saltanat arabasıyla saraya doğru yola çıkıyor.
Yolda giderken düşünüyor: orada ne güzel yemekler içecekler vardır.
Çok güzel kıyafetler vardır. Ha bide benim karım. Karım güzel midir acaba? diye düşünüyor.
Sarayın kapısına geliyor içeri giriyor bir bakıyor etraf yemyeşil.
Onun için duran hizmetçiler , bahçıvanlar herkes onun emrinde.
Diyor ki beni harem odasına yönlendirin. Onu yönlendiriyorlar.
Harem odasına doğru gidiyor. Kapıdan adımını attığı an sağlam sert bir tokat yiyor.
Gözlerini birden açıyor. Bir bakıyor ki başında hamamcı.
Hemşerim kalk uyuduğun yeter artık, hamamı kapatıyorum kalkta çık artık diyor.
İşte burada ne ortaya çıkıyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.
İşte uyuyan adama böyle tokat atarlar.
Karı-koca iki profesör emekli olmuş şehrin keşmekeşinden karmaşasından sıkılmışlar.
Profesörün hanımı: Bey şöyle sessiz sakin bir yer bul da taşınalım rahat edelim demiş.
Profesör araştırmış etmiş, gezmiş.
Kayseri'de Erciyes Dağı'nın eteklerinde aşağısı şirin bir köy olan, yukarısı yemyeşil orman olan bir yer almış.
Oraya ev yaptırmaya başlamış.
Gel zaman git zaman ev yapımı sürmüş.
Profesör bu süreçte gelmiş kontrol etmiş falan filan.
Sonuçta ev tamamlanmış karı koca buraya nihayet taşınmış ve o gün huzurlu bir gün geçirmişler.
Rahat etmişler. Güzelce bir yemeklerini yemişler ve yatmışlar.
Ama profesörün bilmediğin bir şey var.
O köyün çobanı o köyün bütün koyunlarını sabah 4-5 sularında o evin önünden geçiriyor.
Tabi karı koca profesörü yatmış, sabah bir gürültü kopmuş.
Bunlar aniden kalkmış.
Profesörün karısı demiş, bey bu gürültü ne bu saatte çık dışarıya bak demiş.
Profesör kalkmış dışarıya bakmış bi koyun sürüsü, her yer toz duman.
Sonra çobanı yanına çağırmış demiş ki: Çobanbey bu her gün buradan mı geçecek,
biz hergün bu saatte mi kalkacaz? Demiş.
Çoban da evet beyim. Ben buradan bütün koyunların meraya otlatmaya götürüyorum demiş.
Sonra profesör düşünmeye başlamış.
Demiş çobanı dövmeye kalksam dayak yemek var.
Her gün bu saatte kalkmak da kötü deyip içeri girmiş.
Tabi içeride karısı isyan ediyor.
Bey bu ne bu ne böyle nasıl buldun niye hiç araştırmıyorsun.
Sat şurayı gidelim buradan falan filan. Profesör düşünmüş.
Tabi boşuna Profesör olmamış. Ertesi sabah çoban yine gelmiş.
Bunlar tabi gürültüden yine uyanmış.
Profesör çıkmış dışarı, çağırmış çobanı demiş ki : yav beyim senin sayende bu saatte kalka biliyorum.
Önceden kalkmak istiyordum, yıllardır kalkamadım. Sana çok teşekkür ederim.
Bunun bir karşılığı olmalı demiş.
Çobanda profesöre: ne demek beyim bir iyilik yapıyorsak ne mutlu bize demiş.
Profesör şu karşıdaki büyük kaya varya onun orada bir kovuk var.
Ben kalkamazsam oraya paranı bırakacağım, sen oradan alırsın demiş.
Ertesi gün çoban yine gelmiş kuzularını koyunlarını otlatmış gitmiş kaya'nın oraya.
Bakmış kovuğun orada bir taş var, kaldırmış taşı mesela çoban 1.000 lira alıyorsa
orada 6 aylık 6.000 lira maaşı var.
Tabi çoban buna çok sevinmiş, ertesi gün 15 dakika erken gelmiş.
Ertesi hafta kovuğa tekrar bakmış 500 lira var.
Demiş 500 lira olsun bu da yeter.
Ertesi hafta bakmış 400 lira, ertesi hafta 300, ertesi hafta 200 , ertesi hafta 100 lira,
ertesi hafta bir bakmış para yok.
Demiş herhalde profesör maaşını almadı haftaya koyar.
Ertesi hafta gelmiş yine yok.
Ertesi hafta yine gelmiş yine yok.
Çoban haliyle sinirlenmiş demiş seni ben her hafta sabahları ben seni bedavaya mı kaldıracağım demiş.
Koyun sürüsünü köyün öbür tarafından dolandırmış.
Profesör ince siyaseti ile başındaki beladan kurtulmuş.
Bir gün bir adam pazara satışa gidiyormuş.
Ama havada o kadar sıcak ki.
Önüne bir yılan çıkmış. Yılanda haliyle çok susamış. Halinden belli oluyormuş.
Hemen bakracından su çıkarmış, avucuna dökmüş ve yılanın ağzına götürmüş.
Yılan diliyle o suyu içmiş ferahlamış.Tabi hikayede bu ya yılan birden konuşmaya başlamış.
Demiş çok teşekkür ederim efendim, sen benim bu sorunumu giderdin.
Tabi ki bunun bir karşılığı olacak demiş ve hemen orada bir deliğe girmiş.
Delikten çıkmış bir bakmış yılanın ağzında bir altın var.
Yılan demiş ki : bu altın benim sana hediyem olsun demiş.
Sen benim bu ihtiyacımı giderdin.
Ben de bunu sana hediye veriyorum, ne zaman para sıkıntın olursa bana gel ben sana altın vereyim demiş.
Sonra bunlar ayrılmışlar adam pazara satışa gitmiş.
Akşam dönerken yılanla tekrar karşılaşmışlar.
Yılan demiş ki satışlar nasıl geçti bakalım, adam da biraz düşük geçti ya demiş.
Sonra yılan hemen deliğe girmiş bu sefer çıktığından ağzında 2 altın varmış.
Adam teşekkür etmiş almış altınları ikisinin bir dostluğu olmuş, adam evine gitmiş.
Adam her başı sıkıştığında yılandan altın alıyormuş.
Tabi yılan da buna her zaman veriyormuş.
Adam yılana yemek götürüyormuş et götürüyormuş.
Bunlar sağlam bir dost olmuşlar.
Bir gün adam ağır hastalanmış, yataklara düşmüş, kalkamayacak hale gelmiş.
Sonra oğluna demiş ki: oğlum ben çok kötüyüm yerimden kalkamıyorum,
filanca yere git yılan kardeş diye seslen oradan bi yılan çıkacak.
Ona ben falan falanın oğluyum.
Babam hastalandı senden altın istiyor de o sana 3 tane altın verecek onları al getir demiş.
Çocuk tabi inanmamış.
Yılan konuşurmu ya falan demiş içinden.
Sonra demiş ki : bu adam benim babam kırmak ayıp olur.
Tamam baba gidiyorum demiş.
Dediği yere varmış. Seslenmiş yılan kardeş, yılan kardeş demiş.
Sonra birden yılan delikten çıkmış. Buyurun demiş.
Çocuk tabi o an şaşırmış. Aaa babamın dediği gerçekmiş demiş.
Ben falan falanın oğluyum.
Babam hastalandı gelemedi, beni gönderdi senden 3 tane altın istiyor demiş.
Yılan hemen deliğe girmiş 3 altını çıkarıp çocuğa vermiş.
Çocuk eve gelmiş. Babasına altınları vermiş.
Baba dediklerin doğruymuş demiş.
Sonra birkaç gün sonra çocuğun aklında kötü planlar ortaya çıkmış.
Çocuk düşünüyormuş.
Yılan demek ki deliğin altına girip altın çıkarıyorsa orada bir altın kuyusu var.
Ben yine babam istedi desem.
Tam altından alıp çıkarken kafasına taşla ezsem sonra orayı eşip, altınların hepsine
sahip olurum diye düşünüyormuş Çocuk dediği gibi gitmiş yine babam istedi demiş.
Yılan girmiş deliğe altını tam çıkarırken çocuk kocaman bir taş fırlatmış.
Yılan bir hamle yapmış, ama taş kocaman olunca kuyruğunu koparmış.
Orada can havliyle çocuğun bacağına yapışmış, çocuğu ısırmış.
Orada ölmüş çocuk. Babası meraklanmış. Akşam oldu çocuk yok.
Her yerde aramış en son demiş yılan kardeşin yanına gideyim belki oradadır demiş.
Gitmiş bakmış çocuk ölü, yılanın kuyruğu kopuk.
Yılan kardeşim ne oldu burada ya demiş. O da başlamış anlatmaya.
Senin oğlun benim başımı taşla ezmeye çalışırken, ben bir hamle yaptım ama
kuyruğumu kurtaramadım. Kuyruğum koptu.
Ben de o can havliyle çocuğunu ısırdım öldürdüm demiş.
Adam orada demiş benim çocuğumu yaptığı çok ayıp olmuş. Özür dilerim.
Senle yine dost kalalım demiş.
Yılanda; bendeki bu kuyruk acısı, sendeki bu evlat acısı varken biz dost kalamayız,
bizden artık dost olmaz demiş.
Yılanla insanın dostluğu o gün sona ermiş.
Bir profesör elinde bir cam kavanoz, 3 tane de karton kutu ile sınıfa girmiş.
Cam kavanozu masaya koymuş, karton kutularıda yanına koymuş.
Sonra çıkmış elinde 2 fincan Türk kahvesi ile tekrar gelmiş.
O iki fincan Türk kahvesini masanın altına koymuş.
Sonra 1. kutuyu açmış, çocuklar görmüş içinde pinpon topları var.
Pinpon toplarını alıp cam kavanozun içine boşaltmış.
Cam kavanoz ağzına kadar pinpon topuyla dolmuş, ve öğrencilerine sormuş.
Çocuklar kavanozda doldu mu demiş.
Çocuklar hep bir ağızdan dolduuuu demişler.
Sonra ikinci kutuyu açmış.
Onun içinde de çakıl taşları. Çakıl taşlarınıda kavanozu içine boşaltmış.
Çakıl taşları pinpon toplarının arasından süzülerek içine doldurmuş.
Çocuklara yine sormuş. Çocuklar doldu mu? kavanoz demiş.
Çocuklar yine hep bir ağızdan dolduuu demiş.
Profesör 3. kutuyuda açmış. İçinde kum var.
Kumuda almış kavanozun içine boşaltmış.
Kumda çakıl ve pinpon toplarının arasından süzülerek kavanozun içine yerleşmiş.
Yine sormuş öğrencilerine. Çocuklar kavanoz doldu mu? Demiş.
Çocuklar yine bir ağızdan dolduuu demiş.
Profesör çıkarmış 2 fincan Türk kahvesinide kavanozun içine dökmüş.
Kum bu kahveyi emmiş.
Çocuklara yine sormuş. Çocuklar kavanoz doldu mu? Demiş.
Yine hep bir ağızdan dolduuu demişler, ama çocuklar hiçbir şey anlamamış.
Profesör başlamış anlatmaya.
Çocuklar bu pinpon topları hayatımızdaki en önemli şeyler.
Ailemiz, annemiz babamız, akrabalarımız vesaire.
Çakıl taşları hayatımızda kullandığımız araçlar.
Araba, para, iş, gayrimenkul falan.
Bu döktüğümüz kumda 1. derecede önemi olmayan şeyler.
Yiyecekler, içecekler yiyeceklerimiz, ayakkabımız, çatalımız, sandalyemiz, pardüsemiz falan filan.
Peki bu kahveyi neden döktüm.
Hayatınızda ne kadar meşgul olursanız olun, dostlarınızla bir fincan kahve içmeye zaman ayırın.
İşte bu kavanoz bizim hayatımız.
Birgün şeytan bir ağacın altına oturmuş etrafı süzüyormuş.
İleriye bir bakmış, yere çakılmış bir kazığa bağlı küçük bir buzağı.
Ve onun ilerisinde de ineği sağan bir kadın.
Şeytan gitmiş küçük buzağının ipini çözmüş.
Buzağıda ipten kurtulunca annesini emmek için heyecanla annesine doğru koşmuş.
Oraya gidince kadının sağdığı bir bakraç sütü devirmiş.
Kadında hayli sinirlenmiş emeğimi boşa götürdün diyip, bakraçı alıp buzağıya vurmaya başlamış.
İnekde annelik içgüdüsüyle hayli sinirlenmiş, kadını takmış boynuzuna o yana bu yana,
aşağı yukarı sallamaya başlamış.
Kadının çığlıklarından, kayınpederi kapıya çıkmış.
Bir bakmış bizim inek almış kadını boynuzuna o yana bu yana sallıyor.
Kadında bas bas bağırıyor.
Adam girmiş içeri almış silahını gelmiş ineği vurmuş.
Tabi kadında ağır yaralar almış, darbe almış.
Kadında ölmüş, inek de.
Silah sesinden karşı evden kocası kapıya çıkmış.
Bir bakmış karısı yerde cansız, ineği yerde cansız ve babasının elinde silah var.
Adam demiş: sen benim hanımımı vurdun, ineğimi vurdun.
Şimdi bittin sen deyip içeri girmiş silahını almış, o da babasını vurmuş.
Sonra şeytan da demiş ki : insanlar her yaptığı şeyi benim üzerime yıkıyorlar.
Ben bu olayda ne yaptım sadece buzağının ipini çözdüm.
Çin'in Quanzao kentinde bir banka soygunu.
Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: kımıldamayın !! para devletindir ama hayat sizindir.
Herkes sessizce yatar.
Bunun adı "Zihin değiştirme kavramıdır".
Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek.
Bu arada müşterilerden bir kadın bankada masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada.
Soyguncu hemen bağırır: edebini takın, bu bir soygun, ırza geçme değil.
Bunun adı "Profesyonellik". İşin neyse ona yoğunlaş.
Soyguncular parayı yükleyip eve kapağı atmışlar.
Soyguncuların en genci, hadi paraları sayalım der.
Soyguncuların en yaşlısı da çok aptalsın be bu kadar para oturup sayılır mı?
Zaten akşam televizyon haberlerinde ne kadar çaldığımız öğreniriz.
Buna "Deneyim" derler.
Günümüzde deneyim, kağıt diplomalardan çok daha önemlidir.
Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra şube müdürü hemen şube şefine polisi aramasını söyler.
Şube şefi de der ki: dur hele müdürüm, zaten alacaklarını aldılar.
Biz 10 milyon daha alalım ve önceden iç ettiğimiz 70 milyona ekleyelim ne dersin.
Buna "Dalgayı yakalamak" derler.
Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu.
Müdür der ki : yav her ay bir soygun olsa olsa ne harika olurdu. Ne eğlenirdik.
Buna "Sıkıntılardan kurtulmak" derler.
Kişisel mutluluk, işinden çok daha önemlidir.
Akşam televizyon haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış.
Çaldıkları paranın daha az olduğunu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı.
Tekrar tekrar saymışlar ve bir bakmışlar ki topu topu 20 milyon dolar.
Çok kızmışlar bu işe.
Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik, banka müdürü bir el hareketiyle 80 milyonu götürdü.
Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitimi almak daha iyiymiş.
Bu "Bilgi altından daha değerlidir" demektir.
Banka müdürü çok mutludur.
Özellikle de bir süre önce borsa'da kaybettiklerini geri alabildiği için.
Buna "Fırsatları kullanmak" derler.
Kazanmak için risk almak gerekir.
Bu duruma çok sinirlenen soyguncular, polisi arar ve soygunu kendilerinin yaptığını
ihbar ederler ve çaldıkları 100 milyon dolar değil sadece 20 milyon dolar olduğunu söylerler.
Bunu duyan polis olaya el koyar ve bankada sıkı bir araştırma başlar.
Bu araştırma sonucunda soyguncuların dediklerinin doğru olduğunu, sadece 20 milyon dolar çaldıklarını
ve geriye kalan 80 milyon doları şube müdürü ve şube şefinin çaldığını ispatlamışlardır.
Buna "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" derler.
Sonunda yakayı ele verirler.
Şube müdürü, şube şefi ve soyguncular mahkemeye çıkarlar.
Mahkeme sonucunda şube müdürü ve şube şefi 20'şer yıl, soyguncular ise ikişer yıl hapis cezası alırlar.
Shakespeare'in bir sözü var : "Doğruluk altın gibidir dünyanın her yerine geçer."
Yavuz Sultan Selim'e yahudinin biri 8 sene hizmet etmiş.
Ama o kadar güzel hizmet etmiş ki ancak o kadar olur.
Bir gün Yavuz Sultan Selim hizmetçini çağırmış ve demiş ki : seni azad edeceğim, sana para da vereceğim,
padişah sözüde veriyorum. Bana doğru söyle en ufak zarar görmeyeceksin.
Buyur sor padişahın diyor.
Yavuz Sultan Selim de bir yahudi veya bir hristiyan size hizmet ederse fırsat buldukları an size hıyanet ederler.
Sende hiçbir hainlik görmedim ama bana yaptığın bir ihanet varsa ben bileyim de
Peygamber Efendimizin mucizesini gözümle görmüş olayım.
Söz veriyorum ki zarar görmeyeceksin.
Padişahım diyor. 8 senedir sana getirdiğim abdest suyuna küçük abdestimi yapmadan getirmedim.
Yani her getirdiği abdest suyuna işemiş.
Yavuz Sultan Selim de diyor ki : Allah'a yemin olsun ki senin getirdiğin abdest suyu ile hiç abdest almadım.
Haydi serbestsin git diyor.
Rabbim hiçbir zaman yahudinin getirdiği suyla bizlere de Sultan Selim Han gibi abdest almamayı nasip etmesin. Amiiiin.
Nasıl mevzularımız güzel değil mi?
Hepsi hayatın içinden şeyler.
Beni izlediğiniz için teşekkür ederim.
Videoyu burada kapatmak istiyorum.
Videomuzu kapatmadan önce kanalıma abone olun ve videoya like ve yorum atmayı unutmayın.
Beni dostlarınıza, arkadaşlarınıza tavsiye edin. Bana destek olun.
Hoşçakalın, Selametle kalın !!!
Không có nhận xét nào:
Đăng nhận xét